Kadim şehirler ağır müdahalelerle anlamını yitiriyor. Daha evvel yapılan yanlışları ortadan kaldırıp vaziyeti rehabilite etmek hatta ıslah etmek gerekirken, yeni yanlışlara yol açmak şehirlere yeni travmalar yaşatıyor.
Trabzon kadim bir şehir olmakla birlikte, uzun bir zamandan yani en az 100 yıldan beri bünyesine sürekli müdahale edilen bir şehir maalesef. Özellikle tarihi kimliğine zaman zaman sert dokunulan bir sehir.. Bu açıdan bakıldığında; 1914-1918 arasında gerçekleşen Rus işgali yıllarında şehrin vahşice ve defalarca topa tutulması, yakılması, yıkılması, Rus işgalcilerin şehirde yaptıkları değişimler, muhacirlikte şehrin yağmalanması, Trabzon’u sarsan ilk ciddi olaylardır. 1940’lardan itibaren ise Umum Müfettiş Tahsin Uzer’in talimatları doğrultusunda şehrin adeta hafızası ve kimliği olan Gülbaharhatun, Kavakmeydan, Reşadiye semtlerindeki tapu hükmünde olan tarihi kabristanların yok edilmesi şehri başka türlü sarsmıştır. Aynı yıllarda Arapkirli bir sanat tarihçisinin ağzıyla Trabzon’da tarihi ve kültürel değer taşımadığı iddia edilen çok sayıda Türk-İslam eseri yıktırılmıştır. Yerel yönetimlerin şehre ciddi bir plan ve program doğrultusunda yaklaşamamaları, ilerleyen yıllarda Trabzon’u dikine bir gecekondulaşmanın etkisine sokmuştur. Daha yakın zamanlarda ise, ismi bile garip olan, Tanjant Yolu adı altındaki ucube yol, şehrin tarihi yerleşimlerini ciddi oranda yok etmiştir. "Yol, medeniyettir" diye tarif edilse de, Tanjant Yolu şehre dair hatıraları ve bir yaşam kültürünü ciddi oranda ortadan kaldırmış, mahalleleri, sokakları silmiş götürmüştür. Şehir, her müdahalede hafızasını, kimliğini ve kişiliğini kaybetmiştir. Başka bir şekle ve muhtevaya dönüşmüştür.
Şimdilerde Trabzon'da yeni bir çevre yolu yapılıyor. Trabzon'un böyle bir yola elbette ki çok ihtiyacı var. Çünkü şehir, insan ve araç yoğunluğunun baskısı altında. Şehir merkezinde adım atmakta zorlandığınız zamanlar oluyor. Fakat bu yeni yolun güzergahındaki Boztepe'nin nadir türleri barındıran yeşilinin ve topografyasının olduğu gibi korunması gerekiyordu. Boztepe eskiden şehrin sayfiyesi iken şimdilerde nefes borusudur, şehrin silüetidir. Bu açıdan, Boztepe Dağına tepeden açılan (!) tüneller ve bu doğrultuda yapılan o ucube viyadükler yerine, dağın eteğinden yapılacak tüneller, bu şehir için daha anlamlı değil miydi? Trabzon Söğütlü/Beşirli'de yakın zamanlarda dağın eteğinden açılan o harika tünellerin benzeri burada yapılamaz mıydı?
Samimiyetle sormak isterim. Yeni yolun özellikle Yenicuma, Boztepe ve Cephanelik kısmının projesini çizenler bu şehre denizden bakmışlar mıdır? Şehre Boztepe'den bakmışlar mıdır? Çömlekçi'den, Meydan'dan, Kalepark'tan, Erdoğdu’dan, Bahçecik’ten; Cephaneliği, Yenicuma’yı, Boztepe'yi incelemişler midir? İncelemişlerdir elbette diye düşünüyorum. Ama şehrin gerçeklerini yakinen gördüklerini hiç zannetmiyorum. Çünkü Trabzon'un gerçeğini görmek için evvela Trabzon'u yaşamak, şehre mensubiyet duymak ve kendisini şehrin anlamlı bir parçası olarak görmek gerekiyor. Bununla birlikte Trabzon'u anlamak, onu iyi okumak ve araştırmak icab ediyor. Dolayısıyla şehrin fıtratına uygun ve şehrin köklerine hitap eden hiçbir mühendislik ve mimarlık projesi, şehrin siluetinin değiştirilmesine ve yüzlerce yıl içinde oluşmuş kadim yaşam kültürünün ortadan kaldırılmasına müsaade etmez. Aksine şehri, tarihi ve kültürel dinamiklerinden hareketle ihya eder.
Yeni çevre yolunun güzergahı, Trabzon tarihi için ciddi önem taşıyor. Büyük Fatih’in emaneti Yenicuma Mahallesi, Trabzon’un silüeti Boztepe’nin etekleri, II. Abdülhamid’in yadigarı Cephanelik bu güzergah üzerindeki bazı önemli tarihi ve doğal mevkiler. Yol güzergahında yer alan ve 1461'deki Büyük fethin yadigarı olan hatta Büyük Fatih'in ilk cuma namazını kıldığı Yenicuma Camii'nin yer aldığı Yenicuma Mahallesini tarihi bir semt olarak hassasiyetle korumak ve ihya etmek gerekmez miydi? Vaktiyle yanlış şehir yönetimleri sonucu adeta gecekondulaşmış bu mahalle zaten göreceğini görmüş durumdaydı. Öyleyse fethin yadigarı olan bu mahalleye yönelik yapılacak en hayırlı iş, Yenicuma’yı neredeyse yıkıp, üzerinden daha da beter bir kazıklı yol geçirmek midir? Padişah II. Abdülhamid’in Trabzon’a yadigarı Cephaneliğin önünden devasa yolu geçirmek ve Cephaneliği adeta bir kilometre taşına çevirmek mevkiye yakışmış mıdır? Trabzon’un huzur yerlerinden biri olan hatta öyle kalması gereken Cephanelik ve civarını gürültüye boğmak, doğru olmuş mudur? Bu soruları, Yenicuma Mahallesi’nin İbrahim Çıkmazı Sokağında yıllarca yaşamış, hem çocukluğunu hem de Affan Kitapçıoğlu Lisesi’ndeki öğrenim yıllarında Yenicuma, Boztepe ve Bahçecik civarını görerek, hissederek yaşamış bir Trabzonlu olarak soruyorum?
Sadece Yenicuma’da değil, Trabzon'un Gazipaşa Mahallesi’ne bağlı Merdivenli Sokak'ta da yaşamış ve yaşadığı semtin Tanjant denilen anlamsız bir yol tarafından yutulmasının ne demek olduğunu gören bir insan olarak, şehrin belli uzuvlarının kamulaştırmalarla ortadan kaldırılmasının ne olduğunu da iyi biliyorum. Nitekim, Merdivenli Sokak'taki tüm hatıralarımız, çocukluğumuz, komşuluklarımız, o hilkat garibesi Tanjant Yolu'nun altında kaldı. Çocukluğumun ve gençliğimin bir kısmının geçtiği sokak, bugün bir araç yolu. Şehri yaşayanların ve hissedenlerin, şehre dair bir hafızası olanların canı yanıyor böyle durumlarda. Korkarım ki, yeni çevre yolu adı altında yapılan yıkımlar da, Trabzon'un tarihi Yenicuma, Boztepe, Arafilboy, Tavanlı mahalleleri adına şehrin yaşamında hiç bir şey bırakmayacak veya çoğu şeyi alıp götürecek. Tıpkı Tanjant Yolu'nun yaptığı gibi. Şehrin insanı, bu şekilde şehrine yeniden yabancılaşacak.
Trabzon'da en az 30 yıldır yapılan kazıklı yollar yanlış bir sevdadır. Bir şehre bu kadar çok kazık(lı yol) çakılmaz. Taksim'de, Zağanos ve Tabakhane vadilerinde, Reşadiye'de ve en son Boztepe'de... Bu şehir, kendi silüetini bozan bu müdahaleleri kaldıramaz. Şehrin tanınmaz hale gelmemesi ve bilinirliğinin devam etmesi için, şehri düzeltirken şehrin yaşam kültürünü ve şehrin kimliğini oluşturan kadim yaşam alanlarını hususen korumak gerekir. Elbette ki zaman zaman şehri bakıma almak, rütuşlar yapmak, gerekirse radikal değişiklikler yapmak gerekebilir. Fakat bu yaklaşımlar, şehrin tarihine, kültürüne, kimliğine, mimarisine ve en önemlisi şehrin insanının aklına hitap edebilmelidir. Eğer şehre yönelik müdahaleler şehrin kadim kültürüne ve ortak akla hitap etmiyorsa; Trabzon kendi kendine yabancılaşacak, Trabzonlunun şehre mensubiyet duygusu zayıflayacak ve Trabzon kimlik problemli bir şehir haline gelecektir. Böyle bir Trabzon bu durumda ne kendi içinde tutarlı olabilir, ne memleketin çimentosu olur, ne de Türkiye'ye ve dünyaya hitap edebilir. Nitekim, şehrinizin kadim kimliğine sahip çıktığınızda, şehrinizi bu yaklaşımla ihya ettiğinizde ancak saygı görebilir, ciddiye alınabilirsiniz.
Kadim şehirler, ciddi insanlar isterler. Kendisini nazlatacak, kalbini kırmayacak, kimliğine saygı duyacak tutarlı ve saygılı insanlara ihtiyaç duyarlar. Şehrinize karşılıksız ve samimi hizmetiniz, insan unsuruna da etki eder ve şehre dair yaptıklarınız neslinizi etkiler. Başka bir ifadeyle, nesliniz, şehrinizin kalkınmasına paralel olarak nitelik kazanır. Bu doğrultuda bilge mimar Turgut Cansever hocaya kulak vermemiz gerekiyor. Diyor ki bilge mimar: “Şehri imâr ederken nesli ihyâ etmeyi ihmal ederseniz, ihmâl ettiğiniz nesil imâr ettiğiniz şehri tahrip eder” Bilge mimarın bu güzel ifadesinden, şehrin korunmasının neslin yetişmesiyle doğrudan ilişkili olmasını çıkarma yanında, neslin yetiştirilmesinin şehrin korunmasıyla doğrudan alakalı olduğu gerçeği de ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu izah yanında, son olarak şu sorular da sorulmalıdır? Türkiye'nin muhtelif yerlerinde tünellerle dağları delen, sahilleri ve tabiatı kurtaran bir yaklaşıma sahip mevcut siyasi iradenin yaklaşımları ortadayken, Trabzon’un fıtratını bozan yollara, tünellere ve sahil dolgularına niçin devam ediliyor? Kimler, bu şekilde şehri riske ediyor? Şehrin canını acıtan yanlışlar karşısında "Beğenmiyoruz ama ne yapalım oldu bir kere” veya “Karar benden önce alındı zaten" diyerek topu vurup taça atmak doğru bir siyasi yaklaşım mıdır? Değildir elbette. Çünkü siyaset, idare-i maslahatçılık değildir. Evet efendimcilik, mudaracılık değildir. Yeri geldiğinde şehri için sesini çıkarabilecek bir mücadele potansiyelini taşıyabilmektir. Bununla birlikte siyasetçilik, yanlışlar karşısında susma mesleği de değildir. Doğruyu söylemek, yanlış bir iş değildir. Aksine siyaset, yanlışa, maliyeti ne olursa olsun dur diyebilme zanaatıdır. Siyasetçilik tok ve dik davranma sanatıdır. Toplumun siyasetçiden beklentisi de bu yöndedir.