Gündeme oturan MKE konusu üzerinde analiz yapmanın ağır sorumluluğu ile giriş yaptığımı itiraf ederek başlayalım. Siyasal, teknik, ekonomik ve de sosyal boyutları çok geniş olan bu alanda lafı toparlamanın zorluğuna rağmen, yine de sadece bam teline vuracağım. Olayın ideolojik boyutuna girmeyeceğim. Çalışanların iş hakları, statülerindeki değişimin vereceği huzursuzluk gibi sosyal boyut; gerekli zeminlerde fazlasıyla ele alınacaktır. Ancak ekonomik ve teknik değişim ve dönüşüm üzerinde durmanın gerekli olduğuna inanıyorum.
Kamuya mal olmuş üretim tesislerinin hemen her iktidar döneminde çeşitli gerekçeler ile gözden çıkartılması sonucunda elden avuçtan olduğumuz dönemi en ağırından yaşıyoruz. Açıkça da bilindiği gibi “verimlilik” ve “karlılık” gibi temel gerekçeler ile yapılan tüm özelleştirmelerin aslında gerçek neden olmadığı, arka planda dar çıkar gruplarının “edinme” ihtirasının yatmakta olduğu malumdur. Bu tanımlama yıllardır hep kısır bir sol itiraz olarak sunulmuş ve maalesef benim gariban insanım buna kendi zararına olmasına rağmen inandırılmıştır. Oysaki durum kesinlikle böyle değildir.
Var mısın zambaklar ülkesinde yaşamaya?
Bir gün değil, baharlarca, yazlarca…
Sarmaya tüm kadersizleri, çaresizleri
Var mısın, var mısın?
Bu ülkenin en temel makro sorunlarından bir tanesi olan “özgünsüzlük”; gelişmenin önündeki en temel engel olmuştur. Kendi koşullarına ve gerçeklerine uygun çözüm yolları bulamayan toplumların, yerinde saymak bir yana, geriye doğru evrildiği her coğrafyada görülen durumdur. Grigory Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı ölümsüz eserinde Finlandiya’nın taşlı ve verimsiz arazilerden, eğitimsiz ve fakir insanlardan, yozlaşmaya doğru hızla yuvarlanan baskıcı bir sistemden, özgürlüğe ve uygarlığa kavuşma serüveni anlatılır. Aydınların halkı harekete geçirip bugün sahip oldukları kültür, sanayi ve eğitimin kurulmasına önayak oluşu üzerinde durulur. Bu somut örneğin toplumsal düzeyde göz önüne alınabilmesi kuşkusuz “yozlaşmaya doğru hızla yuvarlanan baskıcı bir sistemin” ne olduğunu kavramaktan geçmektedir. Sonrası zaten kendiliğinden gelir.
MKE konusunda hatalı bir yola girilmiştir. Ülkenin önemli endüstriyel birikimi olarak ekonomik kalkınmaya katkı sağlamış bu türden kurumların şirketleşmesi ya da özelleştirilmesi asla toplumsal yarar getirmez. Nitekim bu güne kadar aynı boyuttaki KİT’ler için yapılmış olan özelleştirmelere rağmen toplumsal refahımız artmamış, geriye gitmiştir. Et Balık Kurumu, SEK, Sümerbank, Petkim, Seydişehir Alüminyum, Tüpraş gibi can damarlarımızı arar durumdayız maalesef. ÇAYKUR sırada
beklemektedir.
Bence çözüm özelleştirmede değil, özeleştirmededir. Yani demem odur ki; işletme sorunları yaşayan yoğun mühendislik kurumlarında kendine özgü çözümlere yönelmek ve dünya ile rekabet edebilecek özgün teknolojik dönüşümler yapılmalıdır. Bu tasavvura ve zekâya bu ülke sahiptir. 50 tane zeki ve yaratıcı genç mühendis ile MKE’nin dünya markası olmaması için hiçbir neden yoktur.
Ancak buna kim ve niçin izin verecek? Beyaz zambaklar ülkesine uzandığımızda biz ve bu ülkeyi çok sevdiğimiz için…