AYSEL GÜREL
Yıl 1929 kahramanımız doğar.
Annesi ebe, babası savcı olduğu için birçok il gezer.
Trabzon’da uzun yıllar yaşar.
Çocukluğu ve genç kızlığı Ganita civarında geçer.
Kendi söylemiyle Trabzon’da birçok anısı vardır ve kişiliğini burada bulmuştur.
Çocuk yaştayken çevresindekiler onu “DELİ” diye çağırmaya başlar.
Deli Kamile’nin deli kızı.
Delilikleri Trabzon’da lise yıllarında da devam eder.
Kız arkadaşları entarileriyle Ganita’da gece denize girerken o mayosuyla gündüz bile denize girmekten çekinmez.
“Karadeniz’e elbiseyle girmekten daha büyük delilik var mı?” diye düşünür.
Karadeniz, elbiseleriyle denize giren yaşıtlarını alıp alıp yutar.
Denizde boğulup tahta teneşir üzerinde yıkanan arkadaşlarının arkadan sarkan upuzun saçlarını göz yaşlarıyla seyreder ve
“VURGUN” (Ne kavgam bitti ne sevdam) adlı şarkısında anlatır bunları.
“HER AYRILIK BİR VURGUN DEĞMEYİN YAŞLARIMA
BENDEN SELAM SÖYLEYİN BÜTÜN AŞKLARIMA”
Buradaki aşk, kaybettiği arkadaşlarıdır.
Karadeniz’de bir vurgun hikayesi.
Törenin, geleneğin, taşralılığın vurgunu.
Trabzon’dan Sivastopol’e yüzmek istediği için 8 kez boğulma tehlikesi atlatan ve entarisiyle denize girmeyen kahramanımıza kalır delilik.
Küçük yaşlardan itibaren tiyatroya tutkun olan kahramanımız, Trabzon Halk Evi’nde tiyatro eğitimi alır.
Edebiyata olan sevgisinden ötürü liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümüne girer. Türkolog olarak mezun olur.
Birçok insanın içinde kaynayıp gitmemek için pembe saçlı peruğu ve geceliğiyle dolaşarak topluma sözünü dinletebileceğini düşünür ve başarır da.
• Bir bakıyorsunuz sabah kalktığında kapıyı çekip Amerika’ya gidebilecek kadar delimtrak, özgür ruhlu bir kadın, bir bakıyorsunuz sade, kültürlü bir öğretmen.
• Karagümrük’te, atölyeler arasındaki evlerin civarında hurdaları toplayıp eskiciye satar bazen.
• Bazen de tam yemek saati iki kızıyla komşuya misafirliğe giderler ama açlıklarına rağmen sofraya oturmak için ev sahibinin ısrarını beklerler.
• Tüm yoksulluğuna rağmen o sıralar kazandığı paranın büyük bir kısmını kuyruklu piyanoya yatırır. Oysa ki evde piyano çalan kimse yoktur.
Tüm bu deliliklerine rağmen, evde iki kızına disiplinli ve sorumluluk sahibi bir anne olur.
Kızlarına karşısındakinin kalbine bakmayı, gerçekleri acıtmadan söylemeyi öğrettir
Bütün özelliklerinin yanında söz yazarlığı ile ününe ün katar.
Oyunculuğu sırasında sarı yapraklı defterine şiirler karalamaya devam eder. Şiirlerden 500 kadarı bestelenen kahramanımız:
İlk şarkısı olan “MİDO” yu, çocukken canı sıkılmasın diye babasının ona aldığı ve sonra kesilen kuzusuna yazar.
Bir gün kapısını Sezen Aksu çalar. Bir şarkı sözü istediğini söyleyince “Yok” der. Sezen, eğilir yere saçılmış kağıtlardan birini alır ve okur. Sonra da “Bu olur.” der. Ve böylece “Sen Ağlama” şarkısı çıkar.
“SEN AĞLAMA DAYANAMAM
AĞLAMA GÖZ BEBEĞİM SANA KIYAMAM
AL YÜREĞİM SENİN OLSUN
YÜREĞİM BENDE KALIRSA YAŞAYAMAM”
Uçuk görünüşüne rağmen tutucudur. Aşka inanmaz.
Ama “Aşk dediğiniz şiire ve müziğe yakın durmaktır.” diye de ekler.
• 25 yaşına geldiğinde “üreme zamanıdır” diye düşünür ve gazeteci arkadaşlarından Vedat’a (Vedat Akın takma ad) a evlenme teklif eder.
Evlenir ve ürerler. İki kızları olur, ikinciye yedi aylık hamileyken, önünde elinde fileler “eve gidiyor” diye düşündüğü kocası Vedat’ın ardına takılır, ama Vedat başka bir eve girince onu terk eder.
“Ana rahmindeki amnion sıvısında yüzerek başlıyoruz hayata.
Yani hepimiz sudan geliyoruz.
Öyleyse karaya basınca örtünmenin anlamı ne?”
diyen Kahramanımız için denklem basittir:
“Korku insanı cüceleştirir.” Bu yüzden geceleri mezarlıklarda gezinir.
Korkunun kurallarını yıkar ve yerine kendi kurallarını koyar.
• 40’ından sonra dudaklarını simsiyah, saçlarını mosmor, kaşlarını kırmızı boyamaya başlayınca kızlarına annelerini bir ruh doktoruna götürmeleri tavsiye edilir.
Götürürler de.
Fakat bakarlar ki ruh doktoru ruhlar aleminde ve annelerinden daha çatlaktır.
Doktor, kızların annesine teşhisini koyar ve gönderir:
“ANNENİZ BİR DEHA!”
Kızlarından biri iki kız kardeş oldukları halde ailesi için şöyle der:
“Biz üç kız kardeştik.
Ablam en büyüğümüz.
Ben ortanca, annem en küçüğümüz.
Annemiz, Karadeniz’de kaybettiği arkadaşlarının etkisiyle hayatı ciddiye almadı ve hiç büyümedi.”
Kahramanımız kimseye yük olmadan son vurgunu 17 Şubat 2008’de yedi.
“BEN TÜRK KADINININ BİLİNÇALTIYIM” diyerek gitti.
Vakitsiz açmış bir çiçek olan ve
kendisine mevsimlerden kış düşen,
Şubat’ta gelip Şubat’ta giden
BU ÖYKÜ KAHRAMANIMIZ YOLU TABZON’DAN GEÇEN,
TİYATROCU, SÖZ YAZARI, TÜRKOLOG, ÖĞRETMEN VE MEHTAP VE MÜJDE AR’IN ANNESİ, TÜRKİYE’NİN ANNARŞİST KIZI
AYSEL GÜREL...
Anektot:
Ölümünden iki yıl kadar önce Trabzon’a gelen Gönül Aysel Gürel kız arkadaşlarıyla Ganita’da oturur ve sohbet ederler. Sohbetten sonra Gürel:
“Kızlar benim canım döner yemek istedi hadi gidelim.” der, der demesine ama bütün kız arkadaşları bir mazeret bulunca Gürel:
“La bok yiyenin gızlari, Sanki anlamayrim he!
Orospilan görünmek istemiysiniz da.” diye serzenişte bulunur.