deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler acotr.org bonus veren siteler https://playdotjs.com/ bahis siteleri casino siteleri

Nazmi Emin
Köşe Yazarı
Nazmi Emin
 

Ahmet Yesevi ve Yesevilik

Ahmet Yesevi hakkında ülkemizde ve batıdaki ilk çalışmayı Fuat köprülü yaptı. Onun kült haline gelmiş eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” ile bilim dünyasına Ahmet Yesevi tanıtılıyor. Konuyla ilgili bizimde ilk okuduğumuz eserdi. Bugünkü Kazakistan sınırları içinde bulunan Sayram’da (İsficap) doğan Ahmet Yesevi (ö.1166?), Orta Asya Türkeri’nin dini-tasavvufi hayatında geniş tesirler icra eden mutasavvıf-şair ve Yeseviyye tarikatının kurucusudur. Onun tarihi şahsiyetine dair belgeler azdır, mevcut olanlar da menkıbelerle karışmış haldedir. Bununla beraber menkıbevi de olsa, hayatı, şahsiyeti, eseri ve tesiri hakkında bir fikir vermektedir. Bugünkü bilgilerimize göre Ahmet Yesevi, Türk Müslümanlığının ilk öncüsü sayılır ama tek değildir. Ondan öncekiler hakkında herhangi bir bilgimiz olmadığından onu “pir-i Türkistan” adıyla anıyoruz. İslam’ı Orta Asya Türkleri arasında yaymış ve söylediği hikmetli sözlerle silinmez izler bırakmıştır. Onun dervişlerinin yayıldığı genel bölge Orta ve Kuzey Asya olup hitap ettiği kitle ise, kırsal kesimde yaşayan göçebe ve yarı göçebe Türk boylarıydı. Ahmet Yesevi, Orta Asya’nın Nakşibendilik sonrası yazılan kaynaklara ve “Divan-ı Hikmet”e göre çok iyi bir eğitim almış Sünni bir mutasavvıf görünümündedir. Lakin burada onun tasavvufi şahsiyetiyle hitap ettiği göçebe Türk boylarındaki dini algılayışı farklıdır. Bundan dolayı Yesevilik, kırsal bölgelerde şehirlerdeki Sünniliğin aksine daha farklı bir yapıya bürünmüştür. Moğol istilası sırasında Yesevilik, bir koluyla Horasan üzerinden Anadolu’ya gelmiş ve burada Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi vasıtasıyla Bektaşi geleneği içinde yer bulmuştur. Ahmet Yesevi’nin ardından onun tasavvuf yolu ve düşünceleri, müritleri vasıtasıyla Orta Asya’nın çeşitli bölgelerine yayılmıştır. Bu yolun takipçilerinin mensup olduğu tarikata Yeseviye denir. İlk hocası ve şeyhi, aynı zamanda akrabası olduğu anlaşılan Arslan Baba’dır. Tahsiline Yesi’de başlayan Ahmet Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından bir müddet sonra zamanın önemli İslam merkezlerinden biri olan Buhara’ya gider. Ahmet Yesevi’nin kimden hilafet aldığı konusunda kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Bu rivayetlerden en çok kabul göreni Yusuf Hemedani’dir.Bununla beraber eldeki mevcut şiirlere göre Yusuf Hamedani’den bahsetmez. Ahmet Yesevi, Yusuf Hemedani’nin vefatı üzerine Yesi’ye döner. Rivayete göre altmış üç yaşına geldiğinde geleneğe uyarak tekkesinin avlusunda müritlerine bir çilehane hazırlattı, vefatına kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul oldu ve hücresinde vefat etti. Kerametlerinin vefatından sonra da devam ettiği ileri sürülen Ahmet Yesevi, rivayete göre, kendisinden çok sonra yaşayan Timur’un rüyasına girer ve ona zafer müjdesini verir. Timur zafere erişince, Türkistan ve Kırgız bozkırlarında şöhreti ve nüfuzu iyice yayılmış olan Ahmet Yesevi’nin kabrini ziyaret için Yesi’ye gelir. Kabrin üstüne, devrin mimari şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanır ve türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye halini alır. Ahmet Yesevi’nin türbesi civarına gömülmek bozkır göçebeleri için ayrı bir değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Bu gelenek Ahmet Yesevi’nin Orta Asya Türklüğü üzerinde ne derece tesirli olduğunu göstermektedir. Ahmet Yesevi, İslam’ı öğretmek gayesiyle sade bir dille manzumeler söylüyor, “hikmet” adı verilen bu manzumeler, ayrıca dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılıyordu. Hikmetlerin muhtevası, Ahmet Yesevi’nin hayatı hakkında bazı bilgiler vermektedir. Ancak bunların tarihi hakikatlere ne derece uygun olduğunu tespit etmek zor. “Divan-ı Hikmet” Ahmet Yesevi’nin Hikmet’lerini içine alan mecmuanın adıdır. Divan-ı Hikmet nüshalarının muhteva bakımından olduğu kadar dil bakımından da önemli farklılıklar arz eder. Dolayısıyla bunlar, farklı şahıslar tarafından değişik yerlerde meydana getirilmiş olmalı. Rivayete göre, Ahmet Yesevi’nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müritleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı.  Ahmet Yesevi’nin en meşhur halifeleri, Mansur Ata, Said Ata, Sufi Muhammed Danişment ve Hâkim Ata’dır. Bunlardan Mansur Ata, Arslan Baba’nın oğludur. Ahmet Yesevi’nin dördüncü ve en meşhur halifesi Hakîm Ata’nın (ö.1186?) asıl adı Süleyman Bakırgani olup tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra Yesi’den ayrılarak Harizm bölgesine gitmiş ve orada halkı irşatla meşgul olmuştur. Ahmet Yesevi gibi hikmet tarzında Türkçe şiirler söyleyen Hâkim Ata’nın bazı şiirleri Bakırgan Kitabı adlı bir mecmua içinde günümüze ulaşmıştır. Hâkim Ata’dan sonra gelen dervişler, Kıpçak sahasında bulunan Altın Orda Hükümdarı Özbek Han’ıİslâmiyet’e davet ettiği ve Özbek Han ile birlikte 70.000 kişinin Müslüman olduğu rivayet edilir. Tataristan ve Başkurdistan bölgelerinde bazı Yesevi dervişlerinin olduğu iddia edilen kabirler var. Bunlardan Ufa yakınlarında ki “Hüseyin Beg” isimli dervişin türbesini bizde 2017’de ziyaret ettik. Türbenin tarihçesinde Timur tarafından yapıldığı yazılıydı. Amerika-İndiana Üniversitesi hocalarından Devin DeWeese, Orta Asya’da İslam’ın yayılışı üzerinde tanınmış uzman olarak, 1990 sonrası on yıl Özbekistan da kaldı. Bu süre zarfında hem Özbekistan hem de Kazakistan’daki el yazması eserlerden faydalanarak Ahmet Yesevi’nin kimliği ve tasavvuf tarihindeki yeri hakkında makaleler yayımladı. Bu makalelerinde yeni birtakım bilgiler ortaya koymaktadır. DeWees, Köprülünün İngilizceye çevrilen meşhur eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”a yazdığı 20-25 sayfalık önsözde onun görüşlerini eleştirmiştir. Ocak’a göre, DeWeese’in çalışmaları gerçekten, Köprülü’nün kitabından sonra birkaç küçük istisna hariç, neredeyse hiçbir yeni katkı getirilmeyen Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik konusuna ilk defa ciddi ve önemli bir katkıdır. Bu itibarla DeWeese’in çalışmaları gerçekten Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik konusuna yenilik getirmiştir. DeWeese’e göre Ahmed-i Yesevi 1167 yılında vefat etmemiş olup, aksine, 1230’lu yıllarda henüz hayattaydı. Ona göre Yusuf Hemedani ile de bir bağı olması mümkün olmadığı gibi, tam anlamıyla Sünni bir şeyh idi. Özetle; Ahmet Yesevi, bugünkü bilgilerimize göre Türk Müslümanlığının bilinen ilk öncüsü sayılır. Kendisi çok iyi bir eğitim almış olup eldeki son bilgilere göre kurduğu tarikatta Sünni bir tarikattır. Hitap ettiği kesimler, kırsal bölgelerdeki göçebe-yarı göçebe halklar idi. Onlara hikmet adı verilen şiirleriyle İslam’ı yaymıştır. Onun tasavvufi şahsiyetiyle hitap ettiği göçebe Türk boylarındaki dini algılayışı farklıdır. Esas hitap ettiği bölge, Orta Asya ile Kuzeydeki Kıpçak sahasıdır. Yakın zamana kadar Ahmet Yesevi, yaklaşık 1167 yılında öldüğü kabul ediliyordu fakat son çalışmalara göre 1230’lu yıllarda hala hayatta idi. Bu bilgilere göre hilafet aldığı kabul edilen Yusuf Hamedani ile bir bağı yoktur. Yesevilik ve Bektaşilik Fuat Köprülü, Ahmet Yesevi ve onun kurduğu Yeseviliği, Anadolu’daki din ve tasavvuf tarihinin merkezine oturttu. Bu bakış açısı yakın tarihe kadar hakimiyetini korudu. Daha sonraki araştırmacılar yeni kaynaklara dayanarak bu görüşü değiştirdiler. Bunların bir kısmına göre Yesevilik hiç Anadolu’da olmadı veya çok az oldu. Köprülü, 1919’de yayımladığı kült eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” da Yeseviliği Sünni bir tarikat olarak anlatıyor. Daha sonra Köprülü’nün 1940’da Millî Eğitim Bakanlığının yayımladığı “İslam Ansiklopedisi” ne yazdığı Ahmet Yesevi maddesinde daha önceki fikirlerini tamamen değiştirmiş, sebep olarak da ilk yararlandığı kaynakların Nakşibendi Tarikatı çevrelerinde yazıldığını, daha sonra ulaştığı Bektaşi kaynakların bu konuda gerçeğe daha yakın olduğunu belirtmiş. Son tahlilde Köprülüye göre Anadolu’daki halk İslam’ı, Orta Asya menşeli Yesevilik tarikatı örtüsü altında korunduğu ve aktarıldığı Orta Asya Şamanizm’inin bir uzantısıdır. 15. yüzyılda yazılan Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesine göre Hacı Bektaş, Ahmet Yesevi’nin müridi idi ve onu Anadolu’ya yani Rum diyarına o gönderdi. Köprülü, Hacı Bektaş-ı Veli velayetnamesi üzerinden genelleme yaparak Anadolu’daki Alevi ve Bektaşileri Yesevi olarak gördü. Bektaşilik, Orta Çağ kaynaklarından Hacı Bektaş-i Veli ve Hacım Sultan Velayetnamelerinde sadece Ahmet Yesevi’ye bağlanır. Bu velayetnameler ile aynı dönemde yazılmış (15.yüzyıl) Otman Baba Velayetnamesi ve Aşıkpaşazade’nin Tevarihi; bunların yanında diğer velayetnameler, Saltukname ve Menakıb-ul Arifin türü kaynaklarda Ahmet Yesevi’den bahsedilmez. Demek oluyor ki Velayetname öncesi Osmanlı topraklarında Ahmet Yesevi pek meşhur değilmiş. R. Yıldırım’a göre Velayetname ‘deki Ahmet Yesevi ile alakalı kısım metnin ana gövdesinden bağımsız olmalı veya oraya sonradan monte edilmiş. Bugün için gerçekten Anadolu’da 13. ve sonraki yüzyıllarda Köprülü’nün iddia ettiği ölçüde güçlü bir Yeseviliğin varlığını ispat etmek zor görünüyor. Fakat diğer yandan bu tarikatın Anadolu’da hiç mevcut olmadığını söylenemez. Çünkü Malazgirt’tin ardından ve daha sonra Moğol istilası esnasında Orta Asya, Horasan ve Azerbaycan’dan Anadolu’ya göçlerle gelen çok farklı derviş grupları arasında sadece Yesevilerin yer almamış olması düşünülemez. Demek oluyor ki sadece bugün için Anadolu’daki sufi icazetnamelerinde ve tarikat kitaplarında Yeseviliğe rastlanmaması, onların hiç olmadığı anlamına gelmiyor. Diğer yandan, 15. yüzyılda Anadolu’da yazılmış bir metin olan Vilayetname’deki Hacı Bektaş’ı, Ahmed-i Yesevi’ye bağlayan güçlü vurgu izah edilmeli. 16. yüzyılın meşhur Osmanlı bürokrat ve tarihçisi Gelibolulu Mustafa Al-ı’nin “Künhü’l-Ahbar” adlı eserinde, Emirce Sultan’ın türbe ve zaviyesini ziyaret etmiş ve onun hakkındaki menkıbeyi kaydetmiştir. Emirce Sultan’ın, Emir-i Çin Osman adıyla geçtiği bu menkıbe; onu bir taraftan da Ahmet Yesevi geleneğine bağlıyor. 17. Yüzyılda yaşamış meşhur seyyahımız Evliya Çelebi kendi soyunu Ahmet Yeseviye bağlıyor. Gelibolulu Al-i gibi oda Emir-i Çin Osman’ın türbe ve zaviyesini ziyaret etmiş, Ahmet Yesevi’ye bağlayan menkıbeyi dinlemiş ve özet olarak şeyh hakkında bilgi vermiş. Seyyahımız, Osmanlı coğrafyasında Yesevi dervişlerine ait olduğu sanılan başka türbeleri de ziyaret eder ve onlar hakkında kısa Yesevi menkıbelerini anlatır. Özetleyecek olursak; Malazgirt’tin ardında ve daha sonrada Moğol istilası esnasında, Orta Asya, Horasan ve Azerbaycan’dan Anadolu’ya göçlerle çok farklı derviş grupları geldi. Bunların haricinde 13.yüzyıl Selçuklu Anadolu’sunda, özellikle Alaattin Keykubat.devrinin müsait ikliminden dolayı Endülüs ve Orta Doğu’dan dervişler de akın etmiştir. Bu kadar çeşitlilik içinde Yesevi dervişlerinin olmaması zor ihtimal. Dolayısıyla Yesevilik Anadolu’ya da gelmiştir ama buranın din ve tasavvuf tarihine iz bırakabilecek bir hüviyette değildi. Yesevilik Anadolu’ya Orta Asya’daki Sünni şekliyle değil de 13. yüzyıl Anadolu’sundaki gayri Sünni bir tarzda gelmiş olmalı. Çünkü Anadolu’daki Sünni tarikatlarda değil de Bektaşilik ‘de yer edinmiş. Yesevilik ve Kızılbaş Aleviliği Kızılbaş Aleviliğinin kökenleri ve beslendiği inanç gurupları Bektaşilikle aynı. Bununla beraber Kızılbaş Aleviliği, Bektaşilik ‘den ayrı bir yapı olarak 15. yüzyılın sonları ve 16. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Anadolu’daki Kızılbaş Aleviler’i, Safevi devletini de kuran Safevi Tarikatının Anadolu’daki uzantısıdır. A. Yaşar Ocak’a göre ne Alevi dede İcazetnamelerinde nede klasik nefeslerinde veya diğer klasik Azeri metinlerinde Yesevi’nin adı geçmemektedir. Kızılbaş Aleviliğinin en temel yazılı kaynağı olan Buyruklar ‘dada Yesevi ismi yok. Demek ki Kızılbaş Alevi geleneklerinde de ciddi bir şekilde Yesevi varlığına rastlanmaz. Yukarıda da anlatıldığı üzere, Kızılbaş Alevi geleneğinde Ahmet Yesevi yok ama her Ahmet ismini Ahmet Yesevi diye tevil ettiler ve Yesevilik merkezi konuma oturtuldu. İran’da Kızılbaşların kurduğu Safevi devletinin zayıflaması ve yıkılmasıyla (17.yüzyılın sonu ve 18.yüzyılın başları) beraber Orta ve Batı Anadolu’daki Kızılbaş Alevi ocakları Bektaşiler ‘in Çelebi koluyla irtibata geçtiler. Dolayısıyla yukarıdaki Bektaşilik ile Yesevilik arasındaki anlatılan ilişki, Orta ve Batı Anadolu’daki Kızılbaşlar içinde geçerlidir. Bugün Doğu Anadolu bölgesindeki Kürtçe ve Zazaca konuşan Kızılbaş Aleviler ‘inde, genel itibarıyla Horasan’dan geldik fikri yaygındır. 19. yüzyıl öncesi Horasan kavramı bu bölgelerde bilinmiyordu. Bu da 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Doğu Anadolu bölgesinde Çelebi Bektaşiler ‘in Bektaşiliği yayma faaliyetlerinden dolayı olmalı. Osmanlıda Türkçülük akımlarının güçlendiği dönem 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarıydı. Markus Derssler’e göre Alevileri ulus devlete kazanmak gerek ve bu onu Yesevi geleneğine bağladığınızda, Türk ulusuna bağlamış oluyorsunuz. Buradan bizim anladığımız, çoğunluğu Kürtçe ev Zazaca konuşan Doğu Anadolu’daki Kızılbaş Alevilerin Horasan ve Ahmet Yesevi vurgusu, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarından kalmalı. Özetle, Kızılbaş Aleviler ‘in geleneğinde ve yazılı kaynaklarında Yeseviliğe pek rastlanmaz. Fakat Safeviler yıkıldıktan sonraki dönemlerde Çelebi Bektaşilerle kurulan irtibatından dolayı Ahmet Yesevi ve Horasan’dan gelme anlayışına sahip oldular. 25.05.2021, İstanbul.
Ekleme Tarihi: 30 Mayıs 2021 - Pazar

Ahmet Yesevi ve Yesevilik

Ahmet Yesevi hakkında ülkemizde ve batıdaki ilk çalışmayı Fuat köprülü yaptı. Onun kült haline gelmiş eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” ile bilim dünyasına Ahmet Yesevi tanıtılıyor. Konuyla ilgili bizimde ilk okuduğumuz eserdi.

Bugünkü Kazakistan sınırları içinde bulunan Sayram’da (İsficap) doğan Ahmet Yesevi (ö.1166?), Orta Asya Türkeri’nin dini-tasavvufi hayatında geniş tesirler icra eden mutasavvıf-şair ve Yeseviyye tarikatının kurucusudur. Onun tarihi şahsiyetine dair belgeler azdır, mevcut olanlar da menkıbelerle karışmış haldedir. Bununla beraber menkıbevi de olsa, hayatı, şahsiyeti, eseri ve tesiri hakkında bir fikir vermektedir.

Bugünkü bilgilerimize göre Ahmet Yesevi, Türk Müslümanlığının ilk öncüsü sayılır ama tek değildir. Ondan öncekiler hakkında herhangi bir bilgimiz olmadığından onu “pir-i Türkistan” adıyla anıyoruz. İslam’ı Orta Asya Türkleri arasında yaymış ve söylediği hikmetli sözlerle silinmez izler bırakmıştır. Onun dervişlerinin yayıldığı genel bölge Orta ve Kuzey Asya olup hitap ettiği kitle ise, kırsal kesimde yaşayan göçebe ve yarı göçebe Türk boylarıydı.

Ahmet Yesevi, Orta Asya’nın Nakşibendilik sonrası yazılan kaynaklara ve “Divan-ı Hikmet”e göre çok iyi bir eğitim almış Sünni bir mutasavvıf görünümündedir. Lakin burada onun tasavvufi şahsiyetiyle hitap ettiği göçebe Türk boylarındaki dini algılayışı farklıdır. Bundan dolayı Yesevilik, kırsal bölgelerde şehirlerdeki Sünniliğin aksine daha farklı bir yapıya bürünmüştür. Moğol istilası sırasında Yesevilik, bir koluyla Horasan üzerinden Anadolu’ya gelmiş ve burada Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi vasıtasıyla Bektaşi geleneği içinde yer bulmuştur.

Ahmet Yesevi’nin ardından onun tasavvuf yolu ve düşünceleri, müritleri vasıtasıyla Orta Asya’nın çeşitli bölgelerine yayılmıştır. Bu yolun takipçilerinin mensup olduğu tarikata Yeseviye denir. İlk hocası ve şeyhi, aynı zamanda akrabası olduğu anlaşılan Arslan Baba’dır. Tahsiline Yesi’de başlayan Ahmet Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından bir müddet sonra zamanın önemli İslam merkezlerinden biri olan Buhara’ya gider. Ahmet Yesevi’nin kimden hilafet aldığı konusunda kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Bu rivayetlerden en çok kabul göreni Yusuf Hemedani’dir.Bununla beraber eldeki mevcut şiirlere göre Yusuf Hamedani’den bahsetmez.

Ahmet Yesevi, Yusuf Hemedani’nin vefatı üzerine Yesi’ye döner. Rivayete göre altmış üç yaşına geldiğinde geleneğe uyarak tekkesinin avlusunda müritlerine bir çilehane hazırlattı, vefatına kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul oldu ve hücresinde vefat etti.

Kerametlerinin vefatından sonra da devam ettiği ileri sürülen Ahmet Yesevi, rivayete göre, kendisinden çok sonra yaşayan Timur’un rüyasına girer ve ona zafer müjdesini verir. Timur zafere erişince, Türkistan ve Kırgız bozkırlarında şöhreti ve nüfuzu iyice yayılmış olan Ahmet Yesevi’nin kabrini ziyaret için Yesi’ye gelir. Kabrin üstüne, devrin mimari şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanır ve türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye halini alır. Ahmet Yesevi’nin türbesi civarına gömülmek bozkır göçebeleri için ayrı bir değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Bu gelenek Ahmet Yesevi’nin Orta Asya Türklüğü üzerinde ne derece tesirli olduğunu göstermektedir.

Ahmet Yesevi, İslam’ı öğretmek gayesiyle sade bir dille manzumeler söylüyor, “hikmet” adı verilen bu manzumeler, ayrıca dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılıyordu. Hikmetlerin muhtevası, Ahmet Yesevi’nin hayatı hakkında bazı bilgiler vermektedir. Ancak bunların tarihi hakikatlere ne derece uygun olduğunu tespit etmek zor. “Divan-ı Hikmet” Ahmet Yesevi’nin Hikmet’lerini içine alan mecmuanın adıdır. Divan-ı Hikmet nüshalarının muhteva bakımından olduğu kadar dil bakımından da önemli farklılıklar arz eder. Dolayısıyla bunlar, farklı şahıslar tarafından değişik yerlerde meydana getirilmiş olmalı.

Rivayete göre, Ahmet Yesevi’nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müritleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı.  Ahmet Yesevi’nin en meşhur halifeleri, Mansur Ata, Said Ata, Sufi Muhammed Danişment ve Hâkim Ata’dır. Bunlardan Mansur Ata, Arslan Baba’nın oğludur. Ahmet Yesevi’nin dördüncü ve en meşhur halifesi Hakîm Ata’nın (ö.1186?) asıl adı Süleyman Bakırgani olup tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra Yesi’den ayrılarak Harizm bölgesine gitmiş ve orada halkı irşatla meşgul olmuştur. Ahmet Yesevi gibi hikmet tarzında Türkçe şiirler söyleyen Hâkim Ata’nın bazı şiirleri Bakırgan Kitabı adlı bir mecmua içinde günümüze ulaşmıştır. Hâkim Ata’dan sonra gelen dervişler, Kıpçak sahasında bulunan Altın Orda Hükümdarı Özbek Han’ıİslâmiyet’e davet ettiği ve Özbek Han ile birlikte 70.000 kişinin Müslüman olduğu rivayet edilir. Tataristan ve Başkurdistan bölgelerinde bazı Yesevi dervişlerinin olduğu iddia edilen kabirler var. Bunlardan Ufa yakınlarında ki “Hüseyin Beg” isimli dervişin türbesini bizde 2017’de ziyaret ettik. Türbenin tarihçesinde Timur tarafından yapıldığı yazılıydı.

Amerika-İndiana Üniversitesi hocalarından Devin DeWeese, Orta Asya’da İslam’ın yayılışı üzerinde tanınmış uzman olarak, 1990 sonrası on yıl Özbekistan da kaldı. Bu süre zarfında hem Özbekistan hem de Kazakistan’daki el yazması eserlerden faydalanarak Ahmet Yesevi’nin kimliği ve tasavvuf tarihindeki yeri hakkında makaleler yayımladı. Bu makalelerinde yeni birtakım bilgiler ortaya koymaktadır. DeWees, Köprülünün İngilizceye çevrilen meşhur eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”a yazdığı 20-25 sayfalık önsözde onun görüşlerini eleştirmiştir.

Ocak’a göre, DeWeese’in çalışmaları gerçekten, Köprülü’nün kitabından sonra birkaç küçük istisna hariç, neredeyse hiçbir yeni katkı getirilmeyen Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik konusuna ilk defa ciddi ve önemli bir katkıdır. Bu itibarla DeWeese’in çalışmaları gerçekten Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik konusuna yenilik getirmiştir. DeWeese’e göre Ahmed-i Yesevi 1167 yılında vefat etmemiş olup, aksine, 1230’lu yıllarda henüz hayattaydı. Ona göre Yusuf Hemedani ile de bir bağı olması mümkün olmadığı gibi, tam anlamıyla Sünni bir şeyh idi.

Özetle; Ahmet Yesevi, bugünkü bilgilerimize göre Türk Müslümanlığının bilinen ilk öncüsü sayılır. Kendisi çok iyi bir eğitim almış olup eldeki son bilgilere göre kurduğu tarikatta Sünni bir tarikattır. Hitap ettiği kesimler, kırsal bölgelerdeki göçebe-yarı göçebe halklar idi. Onlara hikmet adı verilen şiirleriyle İslam’ı yaymıştır. Onun tasavvufi şahsiyetiyle hitap ettiği göçebe Türk boylarındaki dini algılayışı farklıdır. Esas hitap ettiği bölge, Orta Asya ile Kuzeydeki Kıpçak sahasıdır. Yakın zamana kadar Ahmet Yesevi, yaklaşık 1167 yılında öldüğü kabul ediliyordu fakat son çalışmalara göre 1230’lu yıllarda hala hayatta idi. Bu bilgilere göre hilafet aldığı kabul edilen Yusuf Hamedani ile bir bağı yoktur.

Yesevilik ve Bektaşilik

Fuat Köprülü, Ahmet Yesevi ve onun kurduğu Yeseviliği, Anadolu’daki din ve tasavvuf tarihinin merkezine oturttu. Bu bakış açısı yakın tarihe kadar hakimiyetini korudu. Daha sonraki araştırmacılar yeni kaynaklara dayanarak bu görüşü değiştirdiler. Bunların bir kısmına göre Yesevilik hiç Anadolu’da olmadı veya çok az oldu.

Köprülü, 1919’de yayımladığı kült eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” da Yeseviliği Sünni bir tarikat olarak anlatıyor. Daha sonra Köprülü’nün 1940’da Millî Eğitim Bakanlığının yayımladığı “İslam Ansiklopedisi” ne yazdığı Ahmet Yesevi maddesinde daha önceki fikirlerini tamamen değiştirmiş, sebep olarak da ilk yararlandığı kaynakların Nakşibendi Tarikatı çevrelerinde yazıldığını, daha sonra ulaştığı Bektaşi kaynakların bu konuda gerçeğe daha yakın olduğunu belirtmiş. Son tahlilde Köprülüye göre Anadolu’daki halk İslam’ı, Orta Asya menşeli Yesevilik tarikatı örtüsü altında korunduğu ve aktarıldığı Orta Asya Şamanizm’inin bir uzantısıdır.

15. yüzyılda yazılan Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesine göre Hacı Bektaş, Ahmet Yesevi’nin müridi idi ve onu Anadolu’ya yani Rum diyarına o gönderdi. Köprülü, Hacı Bektaş-ı Veli velayetnamesi üzerinden genelleme yaparak Anadolu’daki Alevi ve Bektaşileri Yesevi olarak gördü.

Bektaşilik, Orta Çağ kaynaklarından Hacı Bektaş-i Veli ve Hacım Sultan Velayetnamelerinde sadece Ahmet Yesevi’ye bağlanır. Bu velayetnameler ile aynı dönemde yazılmış (15.yüzyıl) Otman Baba Velayetnamesi ve Aşıkpaşazade’nin Tevarihi; bunların yanında diğer velayetnameler, Saltukname ve Menakıb-ul Arifin türü kaynaklarda Ahmet Yesevi’den bahsedilmez. Demek oluyor ki Velayetname öncesi Osmanlı topraklarında Ahmet Yesevi pek meşhur değilmiş. R. Yıldırım’a göre Velayetname ‘deki Ahmet Yesevi ile alakalı kısım metnin ana gövdesinden bağımsız olmalı veya oraya sonradan monte edilmiş.

Bugün için gerçekten Anadolu’da 13. ve sonraki yüzyıllarda Köprülü’nün iddia ettiği ölçüde güçlü bir Yeseviliğin varlığını ispat etmek zor görünüyor. Fakat diğer yandan bu tarikatın Anadolu’da hiç mevcut olmadığını söylenemez. Çünkü Malazgirt’tin ardından ve daha sonra Moğol istilası esnasında Orta Asya, Horasan ve Azerbaycan’dan Anadolu’ya göçlerle gelen çok farklı derviş grupları arasında sadece Yesevilerin yer almamış olması düşünülemez. Demek oluyor ki sadece bugün için Anadolu’daki sufi icazetnamelerinde ve tarikat kitaplarında Yeseviliğe rastlanmaması, onların hiç olmadığı anlamına gelmiyor.

Diğer yandan, 15. yüzyılda Anadolu’da yazılmış bir metin olan Vilayetname’deki Hacı Bektaş’ı, Ahmed-i Yesevi’ye bağlayan güçlü vurgu izah edilmeli. 16. yüzyılın meşhur Osmanlı bürokrat ve tarihçisi Gelibolulu Mustafa Al-ı’nin “Künhü’l-Ahbar” adlı eserinde, Emirce Sultan’ın türbe ve zaviyesini ziyaret etmiş ve onun hakkındaki menkıbeyi kaydetmiştir. Emirce Sultan’ın, Emir-i Çin Osman adıyla geçtiği bu menkıbe; onu bir taraftan da Ahmet Yesevi geleneğine bağlıyor.

17. Yüzyılda yaşamış meşhur seyyahımız Evliya Çelebi kendi soyunu Ahmet Yeseviye bağlıyor. Gelibolulu Al-i gibi oda Emir-i Çin Osman’ın türbe ve zaviyesini ziyaret etmiş, Ahmet Yesevi’ye bağlayan menkıbeyi dinlemiş ve özet olarak şeyh hakkında bilgi vermiş. Seyyahımız, Osmanlı coğrafyasında Yesevi dervişlerine ait olduğu sanılan başka türbeleri de ziyaret eder ve onlar hakkında kısa Yesevi menkıbelerini anlatır.

Özetleyecek olursak; Malazgirt’tin ardında ve daha sonrada Moğol istilası esnasında, Orta Asya, Horasan ve Azerbaycan’dan Anadolu’ya göçlerle çok farklı derviş grupları geldi. Bunların haricinde 13.yüzyıl Selçuklu Anadolu’sunda, özellikle Alaattin Keykubat.devrinin müsait ikliminden dolayı Endülüs ve Orta Doğu’dan dervişler de akın etmiştir. Bu kadar çeşitlilik içinde Yesevi dervişlerinin olmaması zor ihtimal.

Dolayısıyla Yesevilik Anadolu’ya da gelmiştir ama buranın din ve tasavvuf tarihine iz bırakabilecek bir hüviyette değildi. Yesevilik Anadolu’ya Orta Asya’daki Sünni şekliyle değil de 13. yüzyıl Anadolu’sundaki gayri Sünni bir tarzda gelmiş olmalı. Çünkü Anadolu’daki Sünni tarikatlarda değil de Bektaşilik ‘de yer edinmiş.

Yesevilik ve Kızılbaş Aleviliği

Kızılbaş Aleviliğinin kökenleri ve beslendiği inanç gurupları Bektaşilikle aynı. Bununla beraber Kızılbaş Aleviliği, Bektaşilik ‘den ayrı bir yapı olarak 15. yüzyılın sonları ve 16. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Anadolu’daki Kızılbaş Aleviler’i, Safevi devletini de kuran Safevi Tarikatının Anadolu’daki uzantısıdır.

A. Yaşar Ocak’a göre ne Alevi dede İcazetnamelerinde nede klasik nefeslerinde veya diğer klasik Azeri metinlerinde Yesevi’nin adı geçmemektedir. Kızılbaş Aleviliğinin en temel yazılı kaynağı olan Buyruklar ‘dada Yesevi ismi yok. Demek ki Kızılbaş Alevi geleneklerinde de ciddi bir şekilde Yesevi varlığına rastlanmaz.

Yukarıda da anlatıldığı üzere, Kızılbaş Alevi geleneğinde Ahmet Yesevi yok ama her Ahmet ismini Ahmet Yesevi diye tevil ettiler ve Yesevilik merkezi konuma oturtuldu. İran’da Kızılbaşların kurduğu Safevi devletinin zayıflaması ve yıkılmasıyla (17.yüzyılın sonu ve 18.yüzyılın başları) beraber Orta ve Batı Anadolu’daki Kızılbaş Alevi ocakları Bektaşiler ‘in Çelebi koluyla irtibata geçtiler. Dolayısıyla yukarıdaki Bektaşilik ile Yesevilik arasındaki anlatılan ilişki, Orta ve Batı Anadolu’daki Kızılbaşlar içinde geçerlidir.

Bugün Doğu Anadolu bölgesindeki Kürtçe ve Zazaca konuşan Kızılbaş Aleviler ‘inde, genel itibarıyla Horasan’dan geldik fikri yaygındır. 19. yüzyıl öncesi Horasan kavramı bu bölgelerde bilinmiyordu. Bu da 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Doğu Anadolu bölgesinde Çelebi Bektaşiler ‘in Bektaşiliği yayma faaliyetlerinden dolayı olmalı.

Osmanlıda Türkçülük akımlarının güçlendiği dönem 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarıydı. Markus Derssler’e göre Alevileri ulus devlete kazanmak gerek ve bu onu Yesevi geleneğine bağladığınızda, Türk ulusuna bağlamış oluyorsunuz. Buradan bizim anladığımız, çoğunluğu Kürtçe ev Zazaca konuşan Doğu Anadolu’daki Kızılbaş Alevilerin Horasan ve Ahmet Yesevi vurgusu, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarından kalmalı.

Özetle, Kızılbaş Aleviler ‘in geleneğinde ve yazılı kaynaklarında Yeseviliğe pek rastlanmaz. Fakat Safeviler yıkıldıktan sonraki dönemlerde Çelebi Bektaşilerle kurulan irtibatından dolayı Ahmet Yesevi ve Horasan’dan gelme anlayışına sahip oldular.

25.05.2021, İstanbul.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve araklimanset.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.