Yerdeki karoların diagonal çizgileri ile üzerindeki halının paralel durması kadar rahatlatıcı ne olabilir… Bu bende olduğu gibi bir simetri takıntısıdır. Mutlaka bir nedeninin olması gerektiğini ve zihinsel depolanmada hangi dönemde yer edindiğini düşündüm durdum ve nihayet buldum.
Mühendislik öğreniminin ilk yılında kazanılan en önemli beceri teknik çizimdir. Benim bu beceriyi İTÜ’de kazandığım yıllarda bir T cetveli ve üzerine yerleştirmiş olduğumuz gönye ile bütün parça resimlerini ve montaj resmini çizmeyi aylar süren çaba sonunda öğrenmiştik. Gerçi hayal gücü çok geniş olan “şahsımın” bu işte hiç zorlanmadığını ve kolayca adapte olduğunu söylemeliyim. Açıkçası her görüşümde yerdeki halıyı karo çizgilerine paralel hale getirmemim nedeni işte bu çizim tekniği ile erken yaşlarda tanışmış olmamdır. Yani demem odur ki; yaşam formatımızda yer alan bütün davranışsal farklılıkların arka planında mutlaka bir neden vardır.
Yaşama hafif arabesk bakmak, ezilene omuz vermek, gözyaşında ortaklık; bir yerlerimde hep saklıdır. Beni böyle koşullandıran etkenler mutlaka eski zaman dilimlerindeki yaşanmışlıklardır. Elbetteki yaşam içerisinde evrensel kültürün değerini ve önemini çok iyi kavradım. Uygar dünyanın kökeninde yatan birikimi hep içselleştirdim ve yaşamı her zaman bu değerler üzerinden tanımladım. Ama yine de bazen “gülümse kaderine” demekten kendimi de alamadım…
Onu ilk ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum açıkçası, ama sorun yok. Algısı hep zihnimde kaldı. Kıvırcık saçlı, esmer tenli, yapılı bünyeliydi. Bir keresinde omuzunda ceketi ile “gabandan” ana yola indiğinde kadrajıma girmişti. Hasım sahibi olduğu her halinden belliydi. Dikkatli olduğunu çaktırmamaya çalışan ve hafifçe sallanan bir yürüyüş düzenine sahipti. Hani korkusuz görünme ile dikkatli olma dilemması gibi. Yanımdan geçtiğinde ufak tefek bir çocuk olarak onun umurunda bile değildim, ama akrabası Kamil abinin bakkalına girişi ve çıkışı hep benim kaydım altındaydı. Ağız tikleri ve sürekli diş arasından hava çekme ile çıkan ıslık sesinin verdiği psikolojik üstünlük unutulur gibi değildir. Kendi karizmasını oluşturmuştu yani.
Bahar ve yaz ise yaşam,
Onu yaşadık doya doya…
Kaldırdık yükünü yaşamın,
Konakönü’nde ve Karadere’de en güzelinden.
Belindeki “barabelli” görünmesin diye hafif bir çabası da vardı nedense. Bakkal çıkışında kim olduğumu Kamil abiye sorduğunda hafifçe kanım donmuştu. Rahmetli dayımın referansı ile takdim edilmiştim kendisine. Yine bir ağız tiki ile sıradan bir tepki vermişti. Yine geldiği gibi bakkaldan ayrılmış, ceketi omuzunda yola koyulmuştu. Hakkındaki efsanevi mahpusluk öykülerini çok dinlemiştim kabadayı Avni’nin. Dilsiz kardeşlerini ve yeğenlerini tanıdım.
Bireysel reflekslerimi biçimlendirmiş olan bu değersiz ve anlamsız biriktirmeler işime yaradı mı, hiç bilmiyorum. Ama bildiğim şey; her vasat kültürün zenginleşmesinin ve evrensel nitelik kazanmasının mümkün olduğudur. Bunun olması için kültür çeşitliliğine maruz kalmak, gündüz kemençe, gece Vivaldi dinlemeyi sevmek gerekir. Aho peynirini dünya piyasasına sunabilecek kalite için gerekli olan inovasyonu başarmaktan başka çare yoktur.
Yeni kapsamlarda buluşmak üzere Araklı’ya selam olsun.